Doç. Dr. M. Sıla Yazar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
    • Özgeçmiş
    • Kliniğimiz
  • Psikiyatri ve Psikoterapi
  • Güncel
  • Bize ulaşın
  • Anasayfa
  • Psikiyatri ve Psikoterapi
  • Güncel
  • Zeytin Ağacı – Aile Dizimi, Köken Aile Açılımı

Zeytin Ağacı – Aile Dizimi, Köken Aile Açılımı

3
07 Eylül 2022 Çarşamba / Yayınlandığı kategori: Güncel

Zeytin Ağacı – Aile Dizimi, Köken Aile Açılımı

Zeytinliklerin İmara Açılması Meselesinden Zeytin Ağacı Dizisine Ata Mirası Travmalar…

Zeytin ağacı adlı netflix dizisi ciddi bir izlenme oranına ulaştı ve yoğun ilgi gördü. Bu dizide işlenen konu aracılığıyla gündeme gelen aile dizimi, köken aile açılımı gibi adlarla anılan uygulama, dikkatleri geçmiş kuşaklardan aktarılan travmaların bugünümüzde ortaya çıkan ruhsal ve bedensel sorunlara neden olduğunu, bu ruhsal ve bedensel sorunların aile dizimi uygulaması ile giderildiğini iddia eden görüşler ve psikolojik müdahaleler üzerine odakladı. Birçok insan bu konuları merak eder, sorular sorar oldu.  Bir psikiyatrist/psikoterapist olarak bu sorulara ve meraka kayıtsız kalmak olmaz deyip konu hakkındaki görüşlerimi içeren bir kaç kelamı sizlerle paylaşmak isterim.

Aile dizimi

Aile dizimi adlı yöntem, Alman teolog (din bilimci), felsefeci ve psikanalist Bert Hellinger’in 20. Yüzyılın sonlarında tanımladığı “ kuramımsı” bir görüş temelinde oluşturulmuş. Aile dizimi modeli, aile üyelerinin nesiller boyu birbirlerine görünmez bağlarla bağlı olduğu ve bireyin şimdiki zamanda yaşadığı psikolojik sorunların önemli bir kısmına, hatta belki de tamamına kök ailede yaşanmış sorunların sebep olduğu görüşüne dayanıyor.

Aile dizimi uygulamasının yaratıcısı olan Hellinger modelini oluştururken,  kendi psikanaliz eğitiminin yanı sıra modern psikolojide yer alan çeşitli terapi ekollerinden ve yöntemlerinden de faydalanmış. Aile dizimi bu haliyle çeşitli terapi akımlarının sentezlenmesiyle ve Güney Afrika’da yaşayan bir kabile olan Zulu kültür ve ritüellerinin birleştirilmesiyle geliştirilmiş. Evet, doğru duydunuz, bu terapi modeli çeşitli modern psikoterapi tekniklerini kullanıyor ama dizide de en vurgulu şeklide işlenen ve uygulama sırasında ataların geçmişte yaşadığı travmatik olaylarla gizemli bir bağlantı kurulduğunu iddia eden “teknik” Zulu şamanik kültüründen geliyor. Çünkü aynı zamanda bir din bilimci olan Hellinger, 16 yıl katolik bir misyoner olarak Güney Afrika’da Zulu kabilesi ile yaşamış ve aile dizimi yönteminin dayandığı kuramsal fikirlerin ve uygulamaların ilhamını Zulu’ların şamanik inanış ve ritüellerinden almış. Zira Zulu’lar, atalarının ruhlarıyla bağlantı kurabildiklerine inandıkları spiritüel bir inanç sistemine sahip bir toplulukmuş ve Hellinger’ in misyonerlik macerası ile başlayan bu öykü, Milton Erikson’dan “hipnoterapi “, Jacob  Moreno’dan psikodrama, Virginia Satir’den aile rekonstrüksiyonu gibi çeşitli terapi kuram ve yöntemleriyle evrile çevrile şekillenmiş. Gel zaman git zaman Hellinger’e  yapılan eklemelerle de uygulamalar sürerek popüler bir “terapi” yöntemi haline getirilmiş. Kadim/mistik Zulu inanış ve geleneklerinin modern psikolojinin bilgileriyle çırpıştırılıp iyi satan bir “terapi” ye nasıl dönüştüğünün izini sürmek bu yazının amaç ve kapsamında değil. Ama bu yöntem şekilden şekilde girerken ve özellikle piyasada bu iş iyi tutarken,  şaman  Zulu atalarının kemikleri mi sızladı, ruhları mı şad oldu, artık orasını bilmiyoruz.

Neden kemikleri sızlasın ki derseniz, düşünsenize yöntem ilhamını dünyanın geri kalanından yalıtılmış halde kendine özgü dünyasında yaşayan kadim bir kültürün sezgisel, mistik /şamanik geleneklerinden alıyor. Gel gör ki uygulamada durum istisnaları tenzih ederim ama çoğu zaman bambaşka. Nerede uçsuz bucaksız doğanın kucağında Güney Afrika savanları, nerede şehrin lüks semtlerindeki pahalı dairelerin odaları veya basit bir yiyecek içeceğin dünyanın parasına satıldığı ticari  dünya işleriyle iç içe değilmişçesine inziva atmosferi vaat eden gözde tatil beldeleri, yanı rakı, balık, ayvalıkJ. Nerede dünyanın geri kalanından yalıtılmış halde kabilesinin atalarının geçmişi ve  halkının bugünü arasında ruhunu aracı kılmış Zulu şamanları, nerede her ne kadar arasına mesafe koymuş havalarında olsa da, maddi  ve manevi olarak dibine kadar modern dünyanın kuralları ve değerleriyle yaşayan “terapist”ler. Nerede, kabilenin bir bireyi olarak belirlenmiş görevini, bu dünyadaki ruhsal vazifesi sayarak yaşayan ve hayatını bu inanç sistemiyle anlamlandıran Zulu halkı, nerede hepsi değilse de çoğu sentetik terapi işlerine meraklı, iyi eğitimli, başarı hikayelerini kapitalizmin sağlam kaleleri olan sektörlerle hemhal olarak yazmış, gel gör ki bir yerde bu maddi dünyanın insaniyetsizliğinden fena halde bunalıp bilerek veya bilmeyerek (psikopatoloji veya psikosomatik bir durum yaşayıp) arayışlara girmiş,  hali vakti yerinde alıcılar/ müşteriler. Hâsılı, modern -maddi dünyanın dekorunda sergilenen bu postmodern- ruhsallık dramasında, Zulu Şamanizminin gizemi, cazibenin ana malzemesi olsa da pek çelişkili duruyor. İşte Zulu Ataları da bu çelişkiyi hisettiyse, onlara da bugünden geçmişe bir travma aktarılmış olabilir.

Belirtmeliyim ki,  bu tespit aile dizimi yönteminin ataların yaşadıklarıyla spiritüel/mistik bir bağlantı kanalıyla irtibat kurulduğunu iddia eden formu için geçerli. Çünkü günümüzde bu yöntemin farklı versiyonları aynı ve benzeri adlarla anılarak bir aile terapisi tekniği olarak da uygulanıyor. Bu yöntemlerde en büyük benzerlik, danışanın aile üyelerinin birbiriyle olan ilişkilerini temsil ettiği bir sahneleme oluşturarak, kurguladığı bu aile sahnesindeki konumu ve yeniden konumlanmalarının fiziksel ve duygusal unsurlarıyla çalışılması.  Bu haliyle uygulama dizide yönteme dayanak oluşturan, mistik bir şekilde önceki kuşaklarla bağlantı kurduğunu iddia ederek çalışan yöntemden farklı, danışan şimdi ve burada, etkili ve kanıta dayalı bir psikoterapi yöntemi olan psikodramanın tekniklerinin kullanıldığı bir model içinde, aile dizimi üzerinden aile ilişkilerindeki yüklerini inceliyor ve çalışıyor.

Gelelim “terapi” meselesine. Öncelikle psikoterapinin tıbbi bir müdahale yöntemi olduğunu hatırlatarak başlamalıyız. Bu nedenle diğer bütün tıp alanlarında olduğu gibi, ruh sağlığı alanında yapılacak müdahaleler de; kanıta dayalı, yani deneysel ve klinik çalışmalarla gösterilebilir,  tekrarlanabilir ve bilimsel yöntem ile sınanabilir olmalıdır. Bunun yanında bir kuramsal temele dayanmalıdır, belirli ve bilim dünyasında kabul edilmiş bir kurama sırtını yaslamalıdır. Bu özellikleri taşımayan ve adına “terapi”, uygulayıcısına da “terapist” denen her yöntemin, psikoloji psikiyatri alanında kullanılan “psikoterapi” adlı tedavi yöntemiyle bir tutulamayacağını unutmamalıyız.

Şimdi bu yaklaşımı, auralı güzelliği ile mest eden Tuba Büyüküstün’ün başarıyla canlandırdığı Dr. Ada karakterinin, köken aile açılımının faydalı bir şey olduğuna ikna olmadan önceki tepeden bakarak tıslayan, cırmıklayan, önyargılı tavrına benzetenler olabilir. Onlara demek isterim ki,  aile dizilimi gibi yöntemlerle etkili sonuçların alınma oranı bilimsel bir yöntemle kanıtlanmaya çok muhtaç.  Dahası alınan etkili sonuçların iddia edilen nedenle (geçmiş kuşakların yaşadığı travmalarla kurulan bağlantı) doğrudan ilişkili olduğu ve “şifalanma”nın bu travmatik yüklerin giderilmesi sonucunda olduğu, kanıtlanmaya şiddetle muhtaç. Hele de bedensel hastalıkların bu yolla şifalandığı iddiası fena halde kanıtlanmaya muhtaç. Akıldan çıkarmamakta fayda var ki başka birçok olasılık ve değişken bu sonuca yol açıyor olabilir. Tabi Zaman Bey’in,  Fırat Tanış’ın oyunculuğuyla taçlanan, kerameti kendinden menkul sükûneti ve karizması karşısında transa geçip kendini “terapi”ye teslim etmeye karşı koymak kolay değil.  Ama bu vakur karizmanın “şifalanma” için yeterli olmadığı,   Zaman Bey’in, “şifacı” kimliğinin aslında tıp diploması ile tescilli olduğunun göze sokulduğu bölümde anlaşılıyor. Senarist de, tıp diplomasını göstererek;  tepeden bakarlar, katiyetle reddederler falan ama yine de güvenilir olmak için alim ve ehil olmak vazgeçilmezdir demeden edememiş.  Ben de eklemek isterim ki, psikoterapistler her zaman karizmatik ve bilge olmayabilirler ama ulaşılabilir ve sorgulanabilirdirler. Güvenli bir psikoterapi ortamında,  sorgusuz sualsiz kendini teslim et, gerisini Zaman Bey’e ve atalara bırak durumu olmaz, terapist ve danışan eşit bir ilişki içindedir

Unutmamalıyız ki önceki kuşaklardan aktarılmış olabilecek bu muhtemel travmatik yükleri gidermenin tek yolu, önceki kuşaklara dramatize bir miras davası açıp,  spiritüel bir atmosferde hesap görmek değil. Daha ne idüğü açıkça belirli ve gerektiğinde ortaya konabilir, şimdiki zamanda açıklanabilir, standardize edilebilir, bilimsel kanıta dayalı ve ehil ellerde uygulandığında etkili psikoterapi yöntemleri var elimizde.   Yani gruptan seçtiğimiz bir temsilcinin, filanca atamızdan kalan falanca etkileşimi ne kadar temsil ettiğini somut olarak ortaya koymak epeyce güçtür ama zihnimizden geçen düşünceleri, onların doğurduğu duyguları ve duyguların harekete geçirdiği davranışlarımızı incelemek ve davranışlarımızın sonucunda şimdiki zamanda bizim kendi hayatımıza ne olduğunu somut olarak ortaya koymak pekala mümkündür. Böylece kendi biricik hayatımızın sorumluluğunu, bugünde ve şimdiki zamanda,  atalara dedelere ihale etmeden alabiliriz. Böylece kendimizi ve hayatımızı değiştirebiliriz. Yani “seninle başlamadı” ama “seninle bitebilir”.  Zaten hayatımızı asıl değiştirecek olan nasıl başladığından çok, nasıl bittiğidir ki bu sayede ruhsal sorunlar, duygusal zorlanma ve tıkanmalar yaratan krizli durumlar bitsin ve hayatımızı daha iyi yapacak şekilde değişsin. Kim bilir belki de böylece,  atalarımızı da kendi yolculuklarında bu mızmız epigenetik miras davasıyla meşgul etmemiş oluruz. Onlar kendi yolculuklarını sürdürürken, biz de sorumlusu olduğumuz kendi biricik yolculuğumuzda ilerleriz.

Öte yandan önceki kuşaklardan aktarılan travmalar /ruhsal yükler, spiritüel değilse de bugün henüz tam olarak bilmediğimiz epigenetik veya psikolojik mekanizmalarla şimdiki zamanda düşünce, duygu ve davranış örüntülerimizde çalışıyor ve yaşamımızı olumsuz etkiliyor olabilir elbette.  Bilim her olasılığa kulaklarını açabilir ve aile diziminde gerçekleştiği iddia edilen çeşitli etkileşimleri inceleyebilir. Bu olasılığa, tamamen fikirsel temelde yakın olmak bazı ruhsal bozukluklara bakış açımızı zenginleştirebilir.  Böylece yapılacak ve bu olasılığı bilimsel yöntemlerle sınayacak bilimsel çalışmalar, ruhsal bozukluklara çok yararlı açılımlar sağlayabilir. Buradan çıkacak sonuç ve kanıtlar da bize, orada tam olarak ne olduğu konusunda bilgiler verebilir. Bu süreçte birikecek bilgi de, bir psikoterapi tekniğine dönüştürülerek, bir psikolojik müdahaleye yol gösterebilir.  Bu henüz gerçekleşmemiş ama mümkün olan bambaşka bir süreç. Ve dizide sık sık söylendiği gibi “why not coconut ”.

Üstelik benim de psikiyatride başlıca ilgi alanlarımdan olan, Psikonöroimmunoloji (sinir sistemi ile bağışıklık sisteminin ilişkisini inceleyen nöropsikiyatri dalı) ve Psikonöroendokrinoloji (sinir sistemi ile hormonal sistemin ilişkisini inceleyen nöropsikiyatri dalı) gibi tıp disiplinleri son yıllarda teknolojik gelişmelerin de katkısıyla büyük bir hızla ilerliyor ve bize bu konularda çok önemli bilgiler sağlıyor.  Tam da bu noktada, bilimsel disiplinin kendi statükosunu korumaya çalışan refleksleri nedeniyle bu tür alanlara daha sınırlı yatırım yapılıyor, ortaya konan kanıtların yine statükocu bir anlayışla yorumlanıyor olabileceğini göz ardı etmemeliyiz. Böylece bilim kendi konfor alanından çıkmak konusunda,  başka birçok yerde de gördüğümüz bir tavır içinde hantal ve tutucu davranıyor olabilir. Bu konuda aşırı kuşkucu komplo teorilerine kapılmadan eleştirel olmak yararlıdır ve bilim insanları bunu kendi içlerinde yapıyor zaten. Yani tıbbın bu mevzulara yaklaşımını sadece Dr. Ada ‘nın dediğim dedik tafrasından ibaret sanmak büyük haksızlık olur. Psikonöroimmunoloji ve Pikonöroendokrinoloji gibi disiplinler başta olmak üzere, bilimsel çalışmaların ortaya koyacağı bilgi ve kanıtlar, eğer şamanik  Zulu bilgeliği gibi inanç sistemlerinde bireylerin yaşadığı ruhsal ve bedensel sorunları anlamak ve  iyileştirmek için yol gösterici  unsurlar varsa bunu açığa çıkarmanın da tek geçer yolu, bu yolu eleştirebiliriz, değiştirebiliriz, geliştirebiliriz, ama yoldan şaşmamalıyız. Şaşınca sapılan diğer yollar teorik olarak belki zihin açıcı olabilir, sahnesi çok iyi olabilir, pazarlaması cazip olabilir, ama psikolojik bir tedavi yöntemi olmak için epeyce kestirmeci. Nasıl çalıştığını bilmediğimiz bir alet ile nereyi kestiğimizi bilmeden ameliyat yapmaya benziyor.

Ben zeytin ağacı sembolü üzerinden sizi konuya bambaşka bir yerden bakmaya davet edeceğim. Mesela çok yakın bir zamanda ülkemizde zeytinlik alanların imara açılması için bir yasa çıkarılmaya çalışıldı, hala da başta zeytinlikler olmak üzere tarım topraklarının ve doğanın betonlaştırılmasına yönelik çalışmalar bütün hızıyla sürüyor. Buyrun size kuşaklar boyunca aktarılacak travmanın alası.  Nasıl mı?  Verimli tarım topraklarının keyfi kararlarla sorgusuz, sualsiz, denetimsiz feda edilebildiği bir ortamda, ruhsal olarak iyi olabilmek için ihtiyaç duyduğumuz adil, demokratik, özgür, doğayla yakın ve insan da dâhil cana saygılı bir ortam yok demektir. Böyle bir ortamda zeytinin kadim zenginliğinden ve şifasından yoksun, üretimin bereketini kaybetmiş, toprağı işleyerek birbirini doyurmanın birliğini yaşayamayan,  betonarme ve yapay bir dünyada yaşamak zorunda kalır insanlar. Böyle bir dünyada insan kendini ihtiyaç duyduğu temel güven duygusundan yoksun, endişeli ve mutsuz hisseder. Her şeye hep kızgın ve kırgın olur. Doğayla çıkarcı ve şiddet içeren bir hoyratlıkla bağını koparmış; ihtiyaçtan, estetikten ve gelenekten yoksun bir çevre ve mimari kafasıyla betonlaşmış bir yaşam ortamının getireceği her türden psikolojik ortamın yükü, her bireyde zorlanma yaratır. Bu zorlanma bazı bireylerde bedensel veya ruhsal bir bozukluğu/hastalığı tetikleyebilir.  O halde atanın dedenin travmasıyla uğraşmak yerine, bugünde ve şimdiki zamanda kendimize ve çevremize ne olduğu ve niye olduğu ile uğraşırsak bugünümüzü yalnız kendimiz için değil, sonraki kuşaklar için de daha iyi yapabiliriz. Böylece bizden sonraki kuşaklara doğasıyla, toplumuyla travma yükü aktarmamış da oluruz. Ve bizden önceki kuşaklarla hesap görmek yerine, bizden sonraki kuşaklara olan sorumluluğumuza odaklandığımız bir hayat yaşarız. Bunların benim kişisel olarak  “şifalanmamla” ne ilgisi var demeyin sakın. Böyle bir hayat yaşamak bizi duyarlı, gerçekçi ve sorun çözen biri yapar. Bu özellikler de ruhsal sorunlarımızı şifalandıracak öz- becerileri ve öz-yetkinliği mümkün kılar. Yani atalarla değil,  doğası gereği yakın ve uzak ataların etkilerini de taşıyan, kendi iç kaynaklarımızla bağlantı kurmuş oluruz ki “ruhsal şifalanmaya/iyileşmeye” giden sağlam bir yoldur bu.

Bu dizi sonuçta bir kurgu. Senarist,  yönetmen ve oyuncular başta olmak üzere emeği geçen herkesin aklına,  eline, emeğine sağlık. Başarılı bir medya yapımına imza attılar, ruh ve beden sağlığı ile ilgili önemli konular işlediler ve ses getirdiler, bize de bu konuda birkaç kelam etme fırsatı verdiler, sağ olsunlar.  Keşke dramatik bir etki yaratmak adına, kanser gibi bir hastalığı seçmeselerdi. Çünkü kanser tedavisi kamuya açık verilen mesajlarda çok özenle işlenmesi gereken bir konu. Yanlış mesajlar algılanmasına yol açılırsa, kanser hastası bireylerin tedavisi olumsuz etkilenebilir ve bu telafi edilemez kayıplara yol açabilir. Tıbbi içerikle ilgili vahamet bununla da sınırlı değil. El titremesi gibi birçok tıbbi nedeni olabilecek ve çok çeşitli nedenlerle düzelebilme olasılığı olan bir durumu son derece net bir bağlantıyla bir aile travması ile ilişkilendirmek de haddinden fazla iddialı olmuş. Her ne kadar “bu yöntem tıbbi tedavinin yerine geçmez”  mesajlı repliklerle sorumluluk hafifletilmeye çalışılsa da, senaryonun ana temaları kanserin ve eldeki titremenin bu yöntemle “şifalanması”. Kamu yayıncılığında sağlıkla ilgili böyle hassas konuları azami özenle ve sorumlulukla ele almak gerekir, bir iki uyarı cümlesi yeterli olmayabilir, iyi düşünmek lazım.  Yani şu “şifalanma” kısmına daha bir desturlu yaklaşmak yerinde olurdu. Mübadele, savaş, namus cinayeti gibi sosyokültürel ve politik konulara değinme düzeyinde yer verme, böyle senaryolar yazarken popülarite sağlamanın olmazsa olmazlarından sanırım, oyunu kuralına göre oynamaya şapka çıkarırım.

İster istemez, psikolojik sorun ekseninden çetrefilli memleket işlerini, bu işlerin insanların biricik hayatlarına etkilerini, cesur ve billur bir sinema diliyle anlatan  “Bir Başkadır” ile kıyasladım izlerken. Bence zamansız bir klasik tadındaki “Bir Başkadır” ile kıyaslanınca,  eğlencelik tarafları fazla ağır basan, kız muhabbeti tadında ve popüler olma telaşında bir zamane “influencer” ı derdim Zeytin Ağacı için, tıpkı ağır sorunları arkada dururken yüzeysel ve eğlencelik takılan Leyla karakteri gibi.

Sözlerimi bu dizi için yazılmış bence en başarılı eleştiri yazısını önererek bitirmek isterim.   Ülkemizin bu dönemde bana göre en ciddi ve güvenilir medya platformu olan Zaytung’un Sinema bölümünde, “Sağdan sola üstten alta donat Netflix: Zeytin Ağacı” adlı yazıda “ Gizemkaboğlu Brüksel”’den bildirmiş,  eline sağlık, çok yararlandım, hararetle öneririm.

Sonuç olarak;

Zeytinin kadim bereketinin ve şifasının hiç eksilmediği topraklarda,  herkesin eşit, barış ve adalet içinde, özgürce kendini gerçekleştirebildiği bir ruhsal mirası, kuşaklarca aktararak zenginleşmemiz dileğiyle…

Sevgi, saygı, selamlar.

 

Kaynakça:

  1. https://www.hellinger.com/en/family-constellation/ Erişim tarihi: 20.08.2022
  2. Cohen Dan Boot. Family Constellations: An Innovative Systemic Phenomenological Group Process From Germany. The Family Journal 2006 14(3):226-233
  3. Stiefel I, Harris P, Zollmann AWF. Family Constellation — A Therapy Beyond Words. Australian and New Zeland Journal of Family Therapy 2002, 23(1): 38-44.
  4. https://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=407007 Erişim Tarihi: 20.08.2022
  5. Duman, N. (2020). Bert Hellinger ve Aile Dizimi Terapisi. Kıbrıs Türk Psikiyatri ve PsikolojiDergisi, 2(2): 114-9.

 

 

  • Tweet
Altındaki etiketler: aile dizimi, köken aile açılımı, zeytin ağacı

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bize Ulaşın

Telefon / Whatsapp

 +90 (541) 334 3484

Email

info@silayazarpsikiyatripsikoterapi.com

Adres

Harbiye Mah. Valikonağı Cad.
Marmara Apt. No:16 Kat:1 D:2
34367 Nişantaşı – Şişli / İstanbul

Google Haritalarda açın.

Saatler
Pazartesi–Cuma: 9:00–18:00

Yeni Eklenenler

  • Ruhsal sorunlar yaşayan kişiler nasıl bir yol izlemelidir ve kime başvurmalıdır?

    ...
  • ruh sağlığı

    Ruh Sağlığı

    Ruh sağlığı konusunda sorunlar yaşayanlar, yard...
  • psikoterapi

    Psikoterapi Hakkında Yol Gösterici Bilgiler

    Psikoterapi nedir? Psikoterapi, bilimsel geçerl...

DOÇ. DR. M. SILA YAZAR

İLETİŞİM

 +90 (541) 334 3484

Email: info@silayazarpsikiyatripsikoterapi.com

Harbiye Mah. Valikonağı Cad.
Marmara Apt. No:16 Kat:1 D:2
34367 Nişantaşı – Şişli / İstanbul

 Google Haritalarda Açın

Doç. Dr. M. Sıla Yazar 2022 © Tüm hakları saklıdır.

YUKARI