
Günlük hayatta kullandığımız bazı ifadeler, küçük bir detay gibi görünse de yarattığı ruhsal zorlanma etkisi büyük olan işlevsiz düşünce tarzlarının göstergesi olabilirler. Kullandığımız dil, zihnimizin bir çıktısı olduğu için, gündelik hayatta kullandığımız ifadelerimiz aslında farkında olmadığımız ama ruhsal olarak bizi çok zorlayan ve hayat kalitemizi bozan tutumların ipuçlarını veriyor olabilir. Örneğin gündelik hayatta sık karşılaştığımız “içine atmak” ifadesi gibi.
“İçine atmak” kimi insanlar için hem kendileri hem de çevresindekiler için belirgin ruhsal ve ilişkisel zorluklar yaratan bir iletişim tarzı olabilir. Aynı zamanda işlevsiz ve sağlıksız bir iletişim yöntemi olarak sosyal ilişkiler, romantik ilişkiler, aile ve iş ilişkileri gibi geniş bir yelpazede insan ilişkilerini oldukça olumsuz etkileyebilir. Duygusal deneyimlerimizi sürekli içimizde tutma, ifade etmeme tutumu özellikle olumsuz duygular olduğunda, uygunsuz ve sürekli hale gelirse, ruhsal iyiliğimizi sağlığımızı, insan ilişkilerimizi ve hayat kalitemizi bozabilir.
Bu ifadenin bağlantılı olduğu psikolojik süreçleri anlamak ve değiştirmek, hem kendimizle hem de çevremizdekilerle daha sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlar. Dahası, içine atma tutumu iletişim tarzımız haline gelirse ve başka olumsuz ruhsal faktörler de eklenirse ruh sağlığımızı bozma, başta depresyon, bedensel belirtilerle ilişkili psikiyatrik bozukluklar kaygı bozuklukları olmak üzere psikiyatrik sorunlara zemin hazırlama riski taşır.
İçine atma tutumuna yol açan ruhsal süreçler, çoğu zaman hayatın erken dönemlerinde maruz kalınan duygusal ihmal, duygusal ifadeye verilen olumsuz tepkiler, aşırı eleştirel, alaycı veya yargılayıcı ebeveyn tutumları/aile/okul/akran ortamı ve/veya ortamları gibi hayatın erken dönemlerindeki travmatik deneyimlerin, şimdi ve bugünde tetiklenmesiyle ortaya çıkan otomatik tepkilerle bağlantılıdır. Çünkü, belirttiğim tarzda erken dönem travmatik yaşantılarına sürekli ve korumasız bir şeklide maruz kalmak, duygudurum düzenleme becerilerini ve kapasitesini derinden etkileyen ve bozan bir etki yaratır. Gelişimsel olarak hayatın erken dönemlerinde hem akılcı zihnimiz henüz tam gelişmediği için içsel olarak, hem de ebeveyn, aile, okul ortamı gibi bizi o dönemde koruyabilecek güvenli dış imkanlara mecbur olduğumuz için, dışsal olarak korumasız durumdayızdır. Böyle bir dönemde travmatik yaşam olaylarına maruz kalınca, ruhsal olarak güvenliğimizi sağlayabilmek için elimizdeki kısıtlı mevcut imkanlarla baş etmeye çalışırız. Bu durumda ortaya çıkan baş etme davranışları çoğu durumda kaçınma ve güvenlik sağlama davranışlarıdır. Kendini ifade etmenin güvenli olmadığı, yara almaya yol açtığı bir ortamda, çocuk zihnimiz kendini ifade etmekten kaçınarak güvende kalmayı öğrenir. Böylece “içine atma” tutumu otomatik bir davranış kalıbı olarak öğrenilir ve böylece sürer gider. Üstelik büyüdüğümüz ve içsel ve dışsal olarak kendini korumak için imkanlarımızın artık “kısıtlı” olmadığı bir zamanda yaşıyor olmamıza rağmen, zihnimizin yapısal özellikleri gereği, geçmişin otomatik kalıpları ilk seçenek olarak kullanılır ve içine atma tutumu devam eder. Böylece haksızlığa uğradığımız ve kızdığımız, beklentilerimize zıt bir şeyle karşılaşıp hayal kırıklığına uğrayarak kırıldığımız, yok sayıldığımız ve değersiz hissettiğimiz, ez cümle duygusal olarak yaralandığımız durumlarla içine atarak baş etmeye devam ederiz.
İçimize atarız çünkü zihnimizin gelişimsel olarak erken dönemlerinde maruz kaldığı bu travmatik ve zorlayıcı durumlara karşı kendini güvende tutmak üzere öğrenmek durumunda kaldığı otomatik savunma yöntemleri, şimdiki zamanda yaşanan ama geçmiş olumsuz yaşam deneyimleriyle benzeşerek travmatik anıları tetikleyen olay ve durumlarla harekete geçer. Harekete geçen otomatik zihin, yaşanan olumsuz durumun bugünde, şimdiki zamanda kendimiz ve olay/duruma ait gerçekçi değerlendirmesini yapmamıza ve bugünkü akılcı zihnimizle değerlendirilmesine engel olur. Bunun yerine harekete geçen otomatik öğrenilmiş kalıp, duyguları ifade etmekten kaçınarak kendine güvenli bir alan sağlamaya yönelir. Çünkü geçmiş zamanın zihinsel ve çevresel imkanlarıyla bundan başka bir seçenek yoktu. Otomatik zihin, bugünün daha sağlıklı baş etme imkanlarını değerlendirmeden, “içine atar” yani kendini ifade etmekten kaçınarak çocuk zihniyle kendine “güvenli alan” oluşturur.
Psikoterapi çalışmalarıyla içine atma tutumunun bağlantılı olduğu bu psikolojik süreçleri kendi hikayemiz özelinde tespit etme, analiz etme becerisini kazanmak bize “içine atma” tutumunu değiştirmek için muazzam bir imkan sağlar. Çünkü tetiklenmeler yaşadığımızda ortaya çıkan düşünce, duygu ve davranışların geçmişte öğrenmek zorunda kaldığımız otomatik kalıplarla ilişkili olabileceğini bilmek bize otomatik tepkilere kısa devre geçiş yapmadan önce durabileceğimiz bir farkındalık eşiği, bir zemin yaratır. Otomatizmaya geçmeden önce durup kendimizi bu eşikte, bu sağlam zeminde gözlemleyerek, akılcı bir değerlendirme yapma imkanı verir. Böylece otomatik zihnin geçmişin kısıtlı imkanlarıyla oluşturmak zorunda kaldığı kısa devre koruma tepkileri yerine, bugünün yetişkin “ben” inin sahip olduğu içsel ve dışsal baş etme imkanlarını ferah bir şeklide değerlendirme imkanı sağlayan bir alan açılır zihnimizde. Bu durumda karşılaştığımız öfke, kırgınlık, yok sayılma vb. olumsuz duygusal deneyimleri, duruma uygun, akılcı ve gerçekçi bir şekilde değerlendirerek sağlıklı duygusal ifade ve baş etme yollarıyla cevap vermemiz mümkün hale gelir. Böylece davranışlarımız ve tutumlarımız değişir, davranış ve tutumlarımız değişince bizim hayatımız değişir, hem de dış dünyada hiçbir şey değişmemişken…
Dahası, geçmiş hikayemizde yoğun ve belirgin duygusal bastırma deneyimlerinin varlığında, zihnimizin tam odağında duran “Duygularımı ifade etmek güvenli değildir, duygularımı göstermemem daha iyidir ve güvenlidir” gibi inanç kodları dikkatimizi kumanda eder. Bu durumda seçici dikkatimiz çevremizde duygusal tehlike taramaya ve tespit etmeye odaklıdır. Oysa biz “içine atma” tepkisinin ne olduğunun farkında olduğumuzda, dikkatimiz duygusal deneyimlerimizi yansız bir şeklide, olduğu haliyle algılayabilir, çünkü güvenle yönetebileceğini bilir, bugünün iç ve dış kaynaklarını akıllıca kullanan bir zihin kendini “güvende” hisseder. Bu da geçmişin yüklerinden özgürleşmiş daha zengin bir hayat algısı demektir. Bu değişim, partner ilişkimizi, kariyer/akademik başarımızı, akran ilişkilerimizi yani arkadaşlıklarımızı, merak ve ilgi alanlarımızı hayata geçirmemizi kısacası “bütün hayatımızı” etkileyebilir.
Dahası, bireysel psikolojik bir deneyim olmanın ötesinde, duygusal ifade ve paylaşım, “biyopsikososyal” bir varlık olan insanın doğası gereği en temel ruhsal ihtiyaçlarından biridir. Biyopsikososyal bir bütün olan insanın ruhsal yapısında, sosyal parçanın en önemli yapısal unsuru duygusal bağlantıdır. Bu yüzden “içine atmadan” duygularımızı ifade edebilmek, en temel duygusal ihtiyaçlarımızdan biri olan sağlıklı bir şekilde duygusal bağlantılar ve bağlar kurmamızı bu herkesin kendine göre bir zorluğunun olduğu hayat yolculuğunda elzem olan duygusal destek alabilmemizi sağlar.
İçine atmak sadece bireysel değil, toplumsal olarak da işlevsiz bir baş etme yoludur. Tıpkı bireyin olduğu gibi, toplumun da ruh sağlığını ve yaşam kalitesini bozar. Sadece bireysel değil, toplumsal olarak da haksızlık, eşitsizlik, ayrımcılık, kırgınlık gibi her türlü olumsuz duyguyu barışçıl yollarla ifade etmek ve “içine atmak” yerine toplumsal olarak duygusal paylaşım, destek ve dayanışma sağlamak psikolojik olarak doğal bir ihtiyaç ve temel bir insan hakkıdır.