Dilimizde fedakarlığın en yaygın kullanılan ifadelerinden biri olan “saçını süpürge etmek” deyimi, sadece bu amaçla kullanılmasa da, en sıklıkla anne sevgisini ve özverisini anlatmak için kullanılır.
Annelik anne-çocuk ilişkisindeki psikolojik anlamı açısından incelersek, bu ifade ilk bakışta, annenin çocuğu için her türlü zorluğa katlanmasını yücelten bir sevgiyi ifade eder gibi görünse de, gerçek yaşamda bu romantik çağrışımın çok ötesinde patolojik anlamlar taşıyabilir.
Patolojik Ebeveyn Tutumu Olarak “Saçını Süpürge Etmek”
Anne açısından incelediğimizde, “Saçını süpürge eden” annelik tarzı, annenin kendini gerçekleştiremediği veya gerçekleştirmekten kaçındığı bir durumu ifade ediyor olabilir. Bu durumda, kadın için çeşitli nedenlerle iş, sosyal hayat, romantik hayatta üretken ve doyumlu bir şekilde kendini gerçekleştirmek mümkün olmamış, bu ihtiyaç tamamen “annelik” alanına ipotek edilmiştir. Kendini sadece aile içi rollerini, özellikle de “anneliği” gerçekleştirirken değerli hissetmek, kadını saçını süpürge ettikçe kendinin değerli, hayatının yaşanmış / gerçekleşmiş olacağına inandığı bir sarmalda tutar.
Kadının kendini gerçekleştirmesini, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının doyumunu anneliğe “bağladığı”, bazen de bağlamaktan başka seçeneğinin olmadığı bu durum, annede bir kendini kurban etme, kendi varlığından vazgeçip feda etme yoluyla değerli olduğu veya olacağı inancına dönüşür.
Bu durum, annenin kendi bireysel özgeçmişinden aktarılan psikolojik bir mirasın sonucu olabilir. Çoğu durumda, buna ek olarak arka planda, az veya çok, toplumsal cinsiyet rollerinin ve geleneksel düşünce kalıplarının etkisi vardır. Çünkü geleneksel düşünce yapısında, saçını süpürge etmeyi, kendi varlığından vazgeçmeyi değerli olmakla özdeşleştiren bir annelik ve kadınlık anlayışı çok katı ve belirleyicidir. Bu faktör, annenin bireysel psikolojik özelliklerine ve/veya yüklerine eklenince anneyi de kendi hayatıyla ilgili adil olmayan bir sarmalın içinde tutar aslında. Ruhsal iyiliğini, sürekli olursa ruhsal sağlığını bozar. Hem kendi ruhsal durumu, hem de kendi ruhsal durumundaki olumsuzlukların annelik rolüne yansımasıyla çocuğun ruhsal durumu olumsuz etkilenir.
Çocuk açısından incelediğimizde ise, çocuk için anne-çocuk ilişkisinin bir borçluluk/suçluluk meselesi haline bürünmesine neden olur.
“Senin için yaptıklarımı unutma”, “Ben senin için bu kadar fedakarlık yaptım, karşılığı bu mu”, “Bu mutsuz evliliğe senin için katlandım”, “İşimi seni iyi yetiştirebilmek için bıraktım”, “Çocuklar olduğundan beri kimseyle doğru dürüst görüşmüyorum, eve kapandım” gibi ifadeler, saçını süpürge etme tutumunun farklı ifadeleridir.
Borçlu hissettiğimiz bir yerden ayrılıp kendi yolumuza gidemeyiz, hep borcumuz bizi bağlar, ödemenin yükünü sırtımızda hissederiz. Bu durum duygusal ve fiziksel olarak ayrışıp bireyselleşmeye engel olur. Dahası zihinsel otomatik kalıplar (paternler) halinde çalıştıklarında farkında olmadan insan ilişkilerimizde tekrar eder ve özellikle romantik ilişkilerde olmak üzere bağımlı, borçlu ve suçlu hisseden örüntülere neden olabilir veya katkı sağlayabilir.
Bu ruhsal kalıp, tam olarak nedenini anlayamasak da, ebeveyn ilişkilerinde, partner ilişkilerinde, kimi zaman da iş ve sosyal hayatta, kendini değil diğerini ve diğerinin ihtiyaçlarını merkezleyen, bunu yapmazsa borçlu ve suçlu hisseden bir ruh hali yaratarak odağımızı yutar. Kendi hayatımız için ihtiyacımız olan (ve hakkımız olan) zaman ve enerjiyi “borç” ödemeye harcarız. Bunu yapmazsak “suçlu” hissederiz.
Zaman ve para gibi değerli kaynaklarımızı bu “borca” göre kullanırız. Örneğin ebeveynlerimizle/partnerimizle zaman geçirmek için kendi sosyal veya kariyer aktivitelerimizi ihmal edebilir veya erteleyebiliriz. Zaman ve paramızı harcarken, ebeveynlerin/partnerin ihtiyaçlarına gerçekçi olmayan bir şekilde kaynak ayırmaya eğilim gösterebiliriz.
Çünkü “borçluyuzdur”, “ödemeliyizdir”. Ödemezsek vefasız, hayırsız, kadir kıymet bilmez olduğumuzu söyleyen otomatik düşünceler ortaya çıkar ve bize “suçlu “hissettirirler. Kendi tercihlerimiz, ihtiyaçlarımız, beklentilerimiz, seçimlerimiz yönünde davranırsak, yani özerk ve bağımsız olursak kendimizi “bencil, vicdansız, ihmalkar” diye suçlayan otomatik düşüncelerle suçluluk ve borçluluk hissederiz. Bu durumda, tıpkı anne gibi biz de kendi hayatımızı gerçekleştiremediğimiz/var edemediğimiz bir sarmalda kapana kısılırız.
Bu sarmalın içinde kalmak, ruhsal yüklerin artmasına ve hayatımızda kayıplara yol açabilir. Bu yükler ve kayıplar ruhsal iyiliğimizi, kimi zaman da sağlığımızı tehdit eder veya bozulmasına zemin hazırlayabilir.
Aşırı fedakar, saçını süpürge eden bir annenin çocuğu olmak, geleneksel kalıplarımız öyle sanmamıza yol açsa da, ruhsal açıdan çoğu zaman “şans” değil, “şanssızlık”tır.
Saçını süpürge etme tutumunun anlaşılması sadece bireysel değil, kültüre ve topluma özgü faktörleri de değerlendirmeyi gerektirir. Ebeveynlik, özellikle annelik rolüne özgü toplumsal kalıplar, kültüre özgü anlayış tarzı da bu tutumun ortaya çıkmasına bireysel faktörlerle beraber rol oynayabilir.
Elbette ebeveynlerden anne için öncelikli ve yaygın şeklide geçerli olması, çocuk yetiştirmede anneyi asli görevli olarak atayan geleneksel anlayışla ve toplumsal cinsiyet rolleriyle yakından ilgilidir.
Sonuç olarak, çocuğun ihtiyaçlarını gözetmek, karşılamak, korumak ve destek olmak ebeveynliğin doğal bir parçasıdır. Sevgi, özerkleşmeyi destekleyen, özerk ve bağımsız seçim ve kararlar için borçlu veya suçlu hissetirmeyen bir ruhsal atmosfer sağlar. Bunun tersi oluyorsa, hangi ilişki olursa olsun sevgiyi ve ilişki tarzını sorgulamak ve değiştirmek ihtiyacı var demektir.
Saçını süpürge eden bir anne olarak veya saçını süpürge etme tutumuna maruz kalan bir çocuk olarak bu durumla karşı karşıya isek, farkında olmalıyız ve değişim için harekete geçmeliyiz.


