“Önyargıları değiştirmek atomu parçalamaktan zordur”. Albert Einstein’ a atfedilen ve evrenin yapıtaşı atomun parçalanması ve yeniden yapılanması süreciyle ilgili gerçeği vurgulayan bu ifade, psikoterapinin temel hedeflerinden biri olan zihinsel yeniden yapılandırma ve değişimle ilgili temel bir gerçekle de benzeşiyor. Evrende değişimin ana ilkeleri ortak olsa gerek…
Kendimizle ve dünyayla ilgili inanışlarımız büyük ölçüde yaşamımızın erken dönemlerinden itibaren, içine doğduğumuz aile/bakım veren sisteminin tutumlarıyla ve içinde büyüdüğümüz yaşam ortamının ruhsal iklimi içinde, doğuştan getirdiğimiz mizaç özelilerimizle karışlıklı etkileşim halinde inşa olurlar.
İnanışlar erişkin yaşlarda, kendimizin nasıl biri olduğumuz ve dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair otomatik olarak çalışan bir zihinsel gerçeklik yaratır. Dış dünyanın verileri, algı ve dikkat fonksiyonlarımızda ortaya çıkan, seçici algı adını verdiğimiz bir mekanizmanın da katkısıyla bu otomatik ve büyük ölçüde sübjektif gerçeklik tarafından yorumlanarak otomatik düşünceler halinde dış dünyayı nasıl algılayacağımız konusunda zihnimize yön verir. Oysa bu zihinsel gerçeklik, dış dünyada mevcut objektif gerçeklikle uyumlu olmayabilir.
Bu durumda inanışların aynası, kendi varlığımızı ve dış dünyada varolanları, güldüren aynalar misali gerçeği deforme ederek algılamamıza yol açabilir. Çoğu zaman bu çarpılmış gerçekliğe eşlik eden duygular ızdırap vericidir. Çoğu zaman itici güç olan bir yaşam olayının tetiklemesiyle kendi zihnimize bakmayı, incelemeyi ve analiz etmeyi seçene kadar, gerçeğin bu otomatik düşünceler ve inanışlardan ibaret olduğuna inanmaktan başka seçeneğimiz yoktur.
Kayıplar, hastalıklar, ayrılıklar, vd. keskin değişimlere zorlayan yaşam olayları gibi çeşitli itici güçlerin tetiklemesiyle kendi zihnimize bakmaya ve incelemeye mecbur kaldığımızda veya buna gönüllü olarak karar verdiğimizde, inanışlarımızın bize dayattığı gerçekliği ve bunun kendi gerçekliğimizin doğal akışını nasıl tıkadığını sislerden beliren ve giderek netleşen bir siluet gibi izlemeye başlarız. Gerçeğin başka bir olasılığının her adımda daha mümkün göründüğü bir süreçtir bu. Tıpkı atomu parçalamak gibi.
Atomu parçalama prosesi evrenin temel yapısını ve gücünü oluşturan atomik bağların direncini kırmak demektir. Yepyeni başka bir maddeye dönüşmek için, atomun parçalanma ve yeni bağlar oluşturma prosesinden geçmesi gerekir. Nasıl ki atomun yapısı değiştiğinde, artık o eski madde değildir. Nötronların, elektronların, protonların, atom altı parçacıkların top yekün değiştiği, yepyeni bağlar oluşturduğu başka bir maddeye dönüşmüştür. İnanışlardan oluşan zihinsel yapımız da, inanışlar parçalanıp, gerçeğin bir başka formuna dair yeni bir yapı oluşturduğunda zihnimiz ve varlığımız da başka birine dönüşür. Artık önceki bakış açılarına, düşünce ve inanışlara sahip kişi değilizdir, başka biri olmuşuzdur.
Fakat tıpkı atomik bağların kopmaya direndiği gibi, inanışlar da değişime direnir. Atomik bağların kopma direnci, psikolojik gelişim sürecimizde oluşan inanışların parçalanmaya gösterdiği dirençle benzeşir. Esnemeyen katı önyargılar, zihnimizde yalnız kendi haklılıklarını kanıtlamak üzere çalışırlar. Dış dünyadaki gerçekliği yalnız kendilerinin gerçeğin ta kendisi ve tek ihtimali olduğunu kanıtlamak üzere araştırırlar ve kanıtlarını bulunca var güçleriyle sahiplenirler. Eğer dış dünyadaki bir durum, kendilerinin gerçekliğini kanıtlamıyorsa ya hiç görmezler, ya görseler bile yok sayarlar, görmezden gelirler, ya da gerçeği bükerek çarpıtırlar. Böylece direnirler de direnirler.
Atomik bağlar benzeri direnen zihinsel inanışların direncini, değişim iradesi ve onunla birleşen “yetenek ve becerilerimizin, ilgi alanlarımızın ve kendi varlığımıza ait her şeyin oluşturduğu kendi içsel kaynaklarımızın gerçek gerçeğinden” oluşan bir tılsım parçalayabilir ancak. Bu tılsımı kullanabilmek için, adil ve şefkatli bir zeminde kişinin öz varlığını merkezlediği bir içsel mekana, bir de merkezdeki bu varlığı duygusal olarak gören ve duyan bir rehbere ihtiyaç vardır. Bu tılsım psikoterapidir.
Koşullar oluşup da bu tılsım çalıştığında, insanın iç kaynaklarıyla ve özerk seçimleriyle inşa ettiği kendi “gerçek” gerçeğinden oluşan değerli varlığı, atomik bağlar misali yeniden yapılanan ve dönüşen bir yapının giderek içinden belirir ve görünür olur. Dönüştüğü bu yeni gerçeklik kişinin yaşam yolculuğundaki yeni rotası olur.
Einstein’ın dediği gibi bu zor. Ama mümkün.