
Toplumsal travmalar, sadece doğrudan etkilenen bireyleri değil, tüm toplumu derinden sarsan olaylardır. 2024 yılının Ocak ayında Bolu Kartalkaya’da yaşanan ve 78 canımızı kaybettiğimiz yangın faciası, bu travmaların en acı ve en yakın örneklerinden biri. Ancak olayın kendisi sarsıcı bir facia iken, bu olaydan doğan #baskacanimizyok hareketi bir sivil toplumsal dayanışma hareketi olarak umut ve dayanışma duygusu yarattı. Ruhsal durumu belirleyenin yaşanan olay değil, o olayın nasıl ele alındığı olduğunun en görkemli ve çarpıcı örneğini ortaya koydu.
#baskacanimizyok hareketi hem bireysel hem de toplumsal yas sürecinin nasıl işlediğini anlamamız açısından kendine özgü önemli bir örnek teşkil ediyor. Yas süreci, kaybın ardından yaşanan doğal bir tepkidir ve herkes bu süreci kendine özgü bir şekilde deneyimler. Ancak toplumsal travmalarda, bu süreç bireysel yasın ötesine geçer. Başta adalet ve güven duygusunun sağlanması olmak üzere bireysel yastan farklı birçok boyutu vardır.
#baskacanimizyok hareketi, tam da bu noktada bireysel acıların kolektif bir sese dönüşmesini sağlıyor. Hareketin kurucuları arasında yer alan aileler, yaşadıkları derin acıyı yapıcı bir eyleme dönüştürdüler. Bu dönüşüm, psikiyatride “Travma sonrası büyüme” olarak adlandırdığımız olgunun toplumsal düzeydeki bir yansıması olarak görülebilir. Travma sonrası büyüme, ruhsal olarak alınan derin yarayı, insana özgü bir süreçten geçirip, ruhsal olarak büyümüş ve zenginleşmiş olumlu bir hale dönüştürmeyi ifade eder. İnsanoğlunun sahip olduğu derin ruhsal kaynakların en çarpıcı göstergelerinden biridir bu olgu. Yaşanan yangın faciası sonrası, kaybettiğimiz canların yakınlarının başlattığı bu hareket işte böyle derin bir ruhsal kaynaktan alıyor gücünü.
Travma sonrası yas sürecinde sıklıkla görülen “neden?” sorusu, #baskacanimizyok hareketinde yapıcı bir amaca evrildi. Hareket, sadece acıyı paylaşmakla kalmayıp, benzer acıların yaşanmaması için somut adımlar atılmasını talep ediyor. Bu durum, yas sürecinin önemli aşamalarından biri olan “anlam bulma” çabasının toplumsal düzeydeki bir tezahürüdür. #başkacanımızyok hareketi ile bulunan bu anlam, bize geleceğimiz için adaleti sağlamaya ve mücadele etmeye “yeterli” olduğumuzu kanıtlıyor ve toplumsal olarak acilen ihtiyaç duyduğumuz güven ve umut duygusunu doğuruyor.
Soma’daki maden faciası ve Çorlu’daki tren kazası gibi diğer travmatik olaylardan etkilenen ailelerin de bu harekete katılması, ortak acıların yarattığı dayanışmanın iyileştirici gücünü gösteriyor. Biz psikoterapistler iyi biliriz ki, bu iyileştirici güç aynı zamanda dönüştürücüdür. Hareketin öncülerinden Burak İnal’ın “Amacımız bir cadı avı değil, bir sonuç, yani bir değişim, bir düzelme” sözleri, yasın yıkıcı değil yapıcı bir güce dönüştürülmesi çabasını yansıtan değerli bir örnektir.
Bu hareket aynı zamanda, toplumsal travmaların iyileşme sürecinde kolektif eylemin önemini de vurguluyor. Bireysel acıların paylaşılması ve ortak bir amaç etrafında birleşilmesi, yas sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkıda bulunuyor.
#baskacanimizyok hareketi, toplumsal travmaların ardından yaşanan yas sürecinin nasıl yapıcı bir güce dönüşebileceğini gösteren önemli bir örnektir. Bu hareket ve hareketi kuran cesur ve öncü insanlar, bize acının içinden geçerek umut ve değişim yaratma çabasının, hem bireysel hem de toplumsal iyileşme sürecinde ne kadar değerli olduğu konusunda rehberlik ediyorlar.