
Son yıllarda ülkemizden eğitim görmek için yurt dışına giden öğrencilerin sayısında önceki yıllara göre belirgin bir artış var. Bu bir çeşit “zorunlu göç” aslında. Kendi ülkelerinde hem eğitim hem yaşam kalitesi açısından her yönüyle artan adaletsizlik ortamı içinde hak ettiklerini elde etme umudunu kaybeden ve kalırsa kendini gerçekleştirmesinin önünde çeşitli nedenlerle açık engeller olacağını öngören ve imkânı olan gençler, eğitim ve çoğu zaman yaşamlarına yurt dışında devam etmeyi seçiyor, seçmek zorunda kalıyor.
Bu duruma toplumsal açıdan baktığımızda, gençleri bir çeşit zorunlu göçe yönelten sosyal ve politik nedenler kanayan bir yara ve apayrı bir inceleme gerektirir. Ülkemiz ve geleceğimiz için hayati önem taşıyan bir konu, ayrıca ele alınmalı.
Bireysel açıdan baktığımızda ise, yurt dışında eğitim görmeye giden öğrencilerin, yurt dışında yaşamaya uyum sağlaması gencin, akademik başarısı, ruhsal iyiliği ve sağlığı, yaşam kalitesi açısından hayati bir konu.
Bu nedenle, eğitim için yurt dışına uğurladığımız gençlerimize psikolojik açıdan rehberlik etmek, uyum sürecinde hangi noktalarda zorlanma yaşayabilecekleri ve bu durumda nasıl baş edecekleri konusunda yol göstermek, yeni yaşamlarına sağlıklı ve üretken bir geçiş yapmaları için gereken bir ihtiyaç. Gerek kızımla yaşadığım birincil deneyim, gerekse yurt dışında eğitim gören öğrenci danışanlarıma psikolojik destek için yaptığımız psikolojik çalışmalar, bana bu konuda profesyonel bir destek ve rehberlik içeriği oluşturmakta büyük katkı sağladı.
Yurt dışına eğitime giden hem öğrenciler, hem de aileleri yaşamlarında kilometre taşı olan bir geçiş dönemi yaşıyorlar. Çünkü öğrencilerimiz için bugüne kadar bildikleri hayat biçimi, velilerimiz için de çok uzun zamandır hayatlarının merkezlerinde duran, evlatlarıyla kurgulanmış bir hayat biçimi değişiyor.
Her geçiş yeni duruma uyumlanmaya ihtiyaç duyar, uyumlanma süreci zorlanmaya yol açabilir. Bu zorlanma ile nasıl baş edeceğine yol gösteren bir rehberlik, öğrencilerimizin yeni bir ülkede yeni bir yaşama uyum sağlama sürecinde akademik başarı ve hayat kalitesini artırarak özellikle uzun vadede psikolojik uyum zorluklarıyla ortaya çıkabilecek kayıpları önler. Yola çıkış amaçlarına yani kendilerini özgürce gerçekleştirdikleri, üretken ve doyumlu bir hayata giden yolda, sağlıklı bir psikolojik ve sosyal uyum çok önemli, bazı durumlarda belirleyicidir.
Farklı Bir Kültürle Beraber Yaşamayı Öğrenmek
Gençlerimiz yurt dışında eğitime gittiğinde doğal olarak en büyük ve ilk beklenti akademik başarı olmaktadır. Oysa akademik başarı ancak akademik uyum sağlanabilirse mümkündür. Akademik uyum ise psikolojik, sosyal ve kültürel uyumla mümkündür. O halde, hem ailelerin, hem de gençlerin öncelikleri, yurt dışına gittikten sonra özellikle erken dönemde akademik başarıya odaklanmak yerine psikolojik, sosyal ve kültürel uyuma odaklanmak olmalıdır. Çünkü ancak bu süreç sağlıklı işlerse, akademik uyum ve başarı mümkün olur.
Yurt dışında üniversite eğitimine giden gençlerin psikolojik ve sosyal uyum sürecinin sağlıklı olması için dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
Yurt dışına uyum sürecinde, psikolojik zorlanma yaratan faktörlerin başında, aidiyet duygusundan kopmanın etkisi gelir. Yurt dışına giden gençler ilk zamanlarda kendi ülkelerinde, ailelerine, arkadaş ve sosyal çevrelerine, topluma duydukları aidiyetin zemin değiştirdiği, yeni ülkelerinde günlük hayatlarında ise henüz güvenli bir zeminin oluşmamış olduğu bir geçiş süreci yaşarlar.
Öncesinde, gittikleri ülkenin dili ve kültürüne çok yakın ve öğrenciyi iyi hazırlayan bir kurumda eğitim almış olsa bile, bir toplumun günlük yaşamında, içinde yaşamak yeni ve uyum gerektiren bir deneyimdir. Bu nedenle, hangi özgeçmişten gelirse gelsin yabancı bir ülkeye gittiğinde kişinin ilk ilgilenmesi gereken, farkındalığı olması gereken konu psikolojik ve sosyal uyum sürecidir. Bu farkındalık, yaşanan ruhsal zorlanmaları anlamaya yardım eden bir ön hazırlık sağlar. Demoralize ruh hali, gündelik hayatı aksatmayan düzeyde gerginlik ruhsal zorlanmaya bağlı sorunlar, gündelik işlevselliği bozmayacak şiddette olmak şartıyla psikolojik uyum sürecinden kaynaklanıyor olabilir. Bunu bilmek ve farkında olmak, bu durumların bir sarmal halinde büyümeden yönetilebilir olmasına yardım eder.
Kültür şoku bu sürecin doğal bir parçası olarak ortaya çıkar. Kültür şokunda ilk aşamada balayı evresidir, yeni bir yere gelmenin heyecanı, ilginç ve yeni bir deneyim olarak değerlendirildiği bir dönemdir. Bu heyecan ve merakın yerini, bir süre sonra yerini özlem, maruz kalınan farklılıkların yarattığı bir rahatsızlık, tahammülsüzlük ile gerginlik duygusu alabilir. Sonra bunu, yeni hayatın heyecan veren yenilikleri ve kazanımlarıyla, duyulan özlem ve kayıp duygusunun bir tür pazarlık içinde dengelendiği bir süreç izler. Sonra kabul ve uyum evresi gelir. Kişinin yeni bir aidiyet oluşturmak üzere gündelik hayata ve ilişkilere her geçen gün daha çok dahil olduğu ve ustalık kazandığı bir dönemle uyum süreci tamamlanır.
Psikolojik uyum sürecinde, “ben buraya ait olabilirim “ umudunun oluşması önemli bir kritik eşiktir. Eğer bu umut oluşursa, yeni yaşamın her alanında motivasyon sağlanabilir. Böylece genç uyum için gerekenleri yapmaya motivasyon hisseder ve bu süreç ilerleyebilecektir. Ama bu umut oluşmazsa, yeni hayata aidiyet için gerekenlerin yapılmasına yönelik bir motivasyon duymayan genç, kaçınma ve/ veya erteleme davranışları içine girecektir. Bu durumda uyum için gereken sağlanamadıkça uyum sorunları başlar ve bu bir kısır döngü yaratarak kartopu etkisiyle büyüyebilir
Yurt Dışında Eğitime Giden Öğrenciler İçin Sosyal Ve Kültürel Uyumun Anahtarı Dili Konuşmaktır
Gençler yurt dışına ilk gittiklerinde, o ülkenin dilini konuşmaya çalıştıklarında olumsuz tutumlarla karşılaşabilirler. Alay edebilirler, yetersiz hissettirebilirler. Bu tür olumsuz tutumları kişiselleştirmeden yabancı dili konuşmakta ısrar etmek, kaçınmamak uyum için çok önemlidir.
“Benim anadilim değil, günlük konuşma pratiği öğreniyorum, anadilim olmayan bir dili konuşurken hatalarım olması doğal, bu zamanla gelişecek bir beceri” gibi gerçekçi düşünceler, güven duygusu yaratarak konuşmayı pratik etmeye cesaretlendirir. Oysa, “hata yapıyorum, demek ki yeterince iyi konuşamıyorum, yeterli değilim “, “konuşunca utanç verici bir duruma düşeceğim, iyi konuşamadığım ortaya çıkacak” gibi düşünceler kaygıyı ve sonuçta kaçınmayı artırır. Dili konuşmaktan kaçınmak, akran ilişkileri, dersi öğrenme gibi temel konularda giderek artan bir zorlanmaya yol açarak bir sarmal yaratma riski taşır. Oysa gerçek şu ki, dilde zorlanmak iyi öğrenci olmamak, lisanı konuşmakta başarılı olmakla ilgili değil, tamamen deneyimle ilgili geçici bir durumdur. Dahası unutulmamalı ki bu durum sadece ilk zamanlar yıpratıcı ve zor olacaktır, ama sonra lisan akıcı hale geldikçe doğal bir uyum sağlanacaktır.
Yaşanan ülkedeki dili konuşmak, hem sosyal hem akademik uyumun anahtarıdır.
Konuşma dilini kavramayı artırmak için hem gitmeden önce, hem ilk zamanlar gitmeden video, film gibi eğitim için gidilen ülkedeki gündelik dilin kullanıldığı içeriklere yoğunlaşmak bir ön hazırlık sağlayabilir.
Akademik Uyumda Öğrencinin Özerkliğini Desteklemek Önemlidir.
Yurt dışında eğitim, öğrencinin yalnız yaşadığı koşullar ve üniversitelerdeki akademik ortam gereği, tamamen öğrencinin özerk ve bağımsız bir şekilde öz disiplin oluşturması üzerine kurulu. Öğrencinin kendi sorumluluklarını kendinin izlemesi ve yönetmesi gerekiyor. Yurt dışı eğitimde akademik ortamda kimse öğrenciye sorumluluklarını, ödevleri, projeleri, önemli tarihleri, vb konuları hatırlatmıyor, onun adına iş takip etmiyor ve buna yönelik yapılanmış bir sistem yok. Gencin kendisinin bir özdisiplin oluşturarak öğrenim hayatına katılması bekleniyor.
Oysa ki bizim eğitim sistemimizde gençler, derse ilgi, çalışma motivasyonu, eğitimiyle ilgili kendi ajandasını oluşturma, takip etme gibi konularda özerk, bağımsız olma alışkanlığını, özyönetim becerilerini yeterince edinemiyebiliyorlar. Genellikle eğitimle ilgili sorumlulukları onlar adına yapan veya yapmaları gerekeni takip için yapılandırılmış bir modelin içinde eğitim görüyorlar. Sorumlulukların takibine okulun sistemi ve öğretmenler dahil oluyorlar, eğitim kurumlarının modeli de bunu bekliyor ve destekliyor. Özellikle son yıllarda giderek artan eğitimde denetimsiz ve standartları olmayan, veli-okul ilişkisini müşteri ilişkisine indirgeyen özelleşme furyası, eğitim kurumlarında eğitim ilkelerinden uzak yaklaşımların artmasına yol açtı. Bu ortamda, veli-okul işbirliği öğrenme ortamına katkı sağlayan değil zarar veren, sınırları silik, görev tanımları karışmış ve kaotik bir hale gelebiliyor. Bu genel tabloya, bireyleşmeyi desteklemeyen, aşırı koruyucu, yüksek beklentili ebeveyn tutumları da eklenmişse öğrenciye kendi eğitimimin sorumluluğuna alma konusunda özerkliği olmayan model iyice perçinleniyor.
Bu modelin içinden gelmiş öğrenci, yurt dışına eğitim için gittiğinde, karşılaştığı farklı sistem karşısında bocalayabiliyor. Bu bocalamayla başa çıkmada; öğrencinin bu durumun farkında olmasını sağlamak, bu durumu göz önüne alarak, yeni sisteme uyum sağlaması gerektiği, eski alışkanlıklarının burada aksamalara yol açabileceği, dersler, sınavlar, önemli tarihler gibi kritik konularda sorumluluğu üstlenerek hassas ve dikkatli olmak gerektiğini akılda tutulmaları yardımcı olacaktır. Bu özen gösterilirse kısa zamanda yeni alışkanlıklar kazanıp uyum sağlanabilir. Ama, uyumla ilgili başka sosyal ve psikolojik zorluklar da eklenirse yeni özerk sorumluluk modeline odaklanmak ve uyum sağlamak aksayabilir, bu da akademik konularda kayıplara yol açabilir.
Bu konuda asıl sorumluluk, öğrencilerden çok ailelere düşer aslında. Asıl ailelerin bu konuda farkındalıklarının olması, Türkiye’de alıştığı ve bildiği tarzda öğrencinin eğitimiyle ilgili işleri takip etmeyi, uzaktan sorumlulukları üstlenemeye devam ederek mevcut modeli sürdürmeyi değil, öğrenciye değişen eğitim ortamının beklentilerine uyum sağlayacak şeklide rehberlik etmeyi benimsemelidir. Örneğin, ilk yaşanan aksaklıkta kaygıyla müdahale etmek yerine, öğrenciye öğrenmesi ve uyum sağlaması için zaman tanımak yardımcı olacaktır.
Sosyal ilişkilere uyum: İnsan ilişkilerinde farklılıklarının olduğu başka bir kültürde yaşadığınız yeni bir dönem başlıyor.
Öğrencilerin başka bir kültürde kendine özgü insan ilikileri olan yeni bir ortama uyum sağlamaları, özellikle akran ilişkileri açısından daha kritik.
Yurt dışında yaşamaya başlayan öğrencilerin sosyal uyumunda, farklı bir kültür ve toplumsal yapı içinde olmanın getirdiği farklı iletişim tarzları, öğrencinin özellikleriyle de işiklili olarak çeşitli seviyelerde zorlanma yaratabilir. Özellikle Avrupa kültüründe olmak üzere, kimi toplumlarda arkadaşlık daha yavaş kuruluyor, kendilerini açmaları, duygusal paylaşımlar yapmaları zaman alıyor, bizim kültürümüzdeki gibi çabuk olamayabiliyor. Olumsuz duygu ve düşüncelerini bizim kültürümüzdeki iletişim tarzına kıyasla daha direk, doğrudan ifade eden, bizim kültürümüze göre kişisel sınırları daha belirgin ve doğrudan ortaya koyan, duygusal ifadelerin bize göre kişilerarası iletişimde daha az yer bulduğu -ki bu bize daha soğuklar gibi gelebilir – tutumlarla karşılabilir.
Bu farklılıklar akran ilişkilerinde, okul, yurt, sosyal ortamlarda kaynaşmakta, gruplara dahil olmakta güçlük yaratabilir. Gençler bunun açıkça farkında olmayabilir, bir konuşmaya katılmaya motivasyonsuzluk, tutukluk, çekingenlik olarak yaşayabilirler. Bu durumlarla başa çıkmak için, gerçekçi, durumu kişiselleştirmeyen, kendisinni yetersiz, başaramamış, dışlanmış, olduğu düşüncelerine kapılmayan bir bakış açısı yardımcı olabilir: “Bu tamamen geldiğim yeni ortamın kültürel ve toplumsal olarak davranış kalıplarıyla ilgili, benim dahil olamam veya beni kabul etmek istememeleri ile ilgili değil. Başlangıçta doğal bir durum böyle hissetmem, kendimi akranlarımla, ortamlarda rahat hissetmem bir süreç, zaman alacak, dahil oldukça bunu pratik edip her defasında daha rahat olacağım”
“Artık başka bir toplumdayım, burada kimse beni elinden tutup dahil etmeye çalışmaz, sadece kendileri için doğal olan davranış tarzlarıyla davranıyorar, oraya giden benim, dahil olmaya çalışarak bunu aşabilirim”
Bu değerlendirme tarzı uyuma zaman tanımalarını sağlar ve katılımcı tutumlar arttıkça giderek o toplumun bir bireyi olma duygusu, aidiyet duygusu büyük ölçüde yerleşir.
Oysa akranların tarzı kişiselleştirilerek yanlı bir şeklide değerlendirilirse, kaygı, yalnızlık, yetersizlik duyguları yaratarak dahil olmaktan kaçınmaya ve uzak durmaya yol açacağı için uyumu güçleştiren bir sarmalı tetikleyebilir.
Akademik Başarı ve Sosyal Uyum İlişkisi
Yaygın olarak yaşanan bir sorun; özellikle ilk zamanlarda birçok kişinin Türkiye’den tanıdık olan mesela aynı okuldan kişilerden oluşan küçük ve tanıdık grupların içinde kalmasıdır. İçinde yaşadıkları toplumdan yalıtılmış küçük baloncuklar gibi gruplar, rahat ve güvenli bir “konfor alanı” oluşturabilir. Ama uzun dönemde uyum için son derece riskli olabilir.
Çünkü baştan yapılmadığında, konfor alanından çıkmanın verdiği tedirginlik ve kaygı kartopu etkisiyle artar, hem de çoğunlukla Türk arkadaşlardan oluşan bir alt “grup” perçinlendikçe ondan kopmak daha zor hale gelir. Bu durum öğrencinin kendini, hep aynı kişilerle hep aynı şeyleri yaptığı ama akademik ve sosyal ortamlarda bulunmadığı bir yaşam tarzı içinde bulmasına yolaçacağından, bu ortamlarda bulunmak gerektiğinde dışlanmış ve yalnız hissetmesine, giderek daha çok küçük gruba yönelerek kaçınmasına yol açan bir sarmala dönüşebilir. Bu durumda hem kendilerinin izole olması, hem de ev sahibi ülkenin öğrencilerinin de bu tür gruplaşmaları dışarda tutmasına yol açarak dahil olabilmeyi daha da zorlaştırabilir. Böylece, okulda derslerde, projelerde, bilgi alışverişi ve işbirliğinin gerektiği ve iletişimin zorunlu olduğu durumlarda bu durum bir bariyer oluşturarak akademik başarıyı olumsuz etkileyebilir.
Bu konuda ailelerin bir motto olarak: “ İlk dönemde asıl öncelik sosyal ve psikolojik dengeyi sağlamak, bu sağlandığında akademik başarı gelir” düşüncesini benimsemesi önemli.
Veliler, çoğu zaman öğrencinin akademik uyumunu değerlendirirken, derslere uyum, ders çalışma, sınav başarısı gibi konulara odaklanabilirler. Sanki öğrencinin uyum sağlamasının göstergesi sadece ders başarısı, sınav sonuçlarıymış gibi düşünebilirler.
Oysa gerçek bunun tam tersidir. Eğer sosyal uyum sağlanabilirse, akademik ortama uyum, böylece okula bağlılık, sağlanabilir. Genel bir öğrenme prensibi olarak, öğrencinin öğrenme ortamına duygusal bağlılığı ve uyumu varsa başarı için gereken dikkat ve odaklanma, motivasyon, akademik hedeflere yönelmeyi planlama gibi zihinsel beceriler verimli kullanılabilir.
Unutmayalım ki, yurt dışına eğitime giden öğrenciler, çoğu zaman akademik olarak yeterli, başarılı ve kariyer planlamasını iyi yapan öğrencilerden oluşuyor. O halde eğer akademik başarı sağlanamıyorsa, bunun nedeni akademik yetersizlik değil, adaptasyonda zorlanması olabilir. Veliler bunu akılda tutarak, akademik başarıyı yükselt baskısı ile gencin kendini yetersiz hissetmesine neden olup ruhsal zorlanmasını daha da artırmak yerinde, destekleyici ve yol gösterici bir yaklaşımla psikolojik ve sosyal uyuma odaklanıp genci bu açıdan desteklemeye özen göstermeliler. Kendisini ve işlerini nasıl organize edeceği, öncelik sıralaması ve zaman planlamasını nasıl yapacağı konularında çözüm odaklı planlar ve düzenlemeler beraberce destekleyici şekilde oluşturulabilir.
Bu gibi durumlarda sonuç odaklı değil süreç odaklı yaklaşım, yaptın – yapmadın, niye yaptın niye yapmadın gibi bir hesap sorma sarmalına hiç girmeden, “aksamalar süreci kesintiye uğratamaz, yeter ki devamlılık olsun, yarın yeni bir gün ve yeni bir şans gibi” destekleyici yaklaşımlar yardımcı olacaktır. Belirgin, çok önemli riskler doğuracak durumlar dışında aksamalarda doğrudan müdahale etmemek, bunun yerine genel bir rehberlik, karşılıklı paylaşım tadında göz ucuyla gidişatı izlemek yardımcı olabilir.
Yurt dışına eğitim için giden öğrencilerin duygusal zorlanma ve uyum sorunları yaşamaları durumunda ailelerin yaklaşımı nasıl olmalı?
Zorlanma durumlarında, velilerin genel yaklaşımı; öğrenciyle konuştuklarında (mümkün olduğunca görüntülü konuşmayı ihmal etmemeyi öneririm), ilk olarak ve ağırlıklı olarak hayat nasıl gidiyor üzerine odaklanmaları olursa bu hem öğrencinin uyum sürecini gözleme, hem de destekleme imkan verecektir. “Nasıl gidiyor”, “arkadaş ortamın nasıl”, “kendini nasıl hissediyorsun” gibi açık uçlu sorular kullanarak, sosyal ortamını, arkadaşlarını, yabancı dil ile arasının nasıl olduğunu, kendini nasıl hissettiğini sormak, takip etmek, hem iletişimi hem de bilgi paylaşmayı kolaylaştırır, hem de gence kendini desteklenmiş hissettirir.
Benzer şeklide, “Sen de yurttan çıkmıyorsun ki, nereden arkadaş bulacaksın veya derslere gitmiyorsun ki nasıl öğreneceksin” gibi eleştirel ve suçlayıcı yaklaşımlardan, “ bak yabancı dil konuşmak konusunda böyle devam edersen iyice yalnız kalırsın veya bu kafayı değiştirmezsen derslerde başaramazsın” gibi kötü durum senaryoları içeren ifadelerden uzak durarak, “sabahları saati kurup kalkma alışkanlığı edinmeye odaklan, ders kaçırmana engel olabilir, ne dersin gibi öneride bulunan bir üslup veya “ben olsam şöyle yapardım”, “bazı aksaklıkların olması herşeyin kötü gideceği anlamına gelmez” gibi destekleyen ve rehberlik içeren ifadeler yardımcı olacaktır.
Ailelerin, iletişim tarzını sağlıklı hale getirmek, gence ihtiyacı olan duygusal desteği sağlayabilmek için, veli olarak önce kendi kaygılarını ve olumsuz duygularını yönetebilmeleri, özellikle öğrenciyle konuşurken olumsuz duygular tetiklendiğinde, önce kendi duygumuzu yönetmeye odaklanmak sağlıksız bir iletişim tarzına engel olacaktır.
Yurt Dışına Eğitime Giden Öğrencilerde Sosyal Ve Psikolojik Uyumun Sağlanamamasının Ruh Sağlığı Açısından Oluşturduğu Riskler
Yurt dışına eğitime giden gençlerin uyum sorunları yaşaması, sürekli hale gelirse depresyon ve kaygı bozuklukları, alkol ve madde kullanım bozuklukları gibi ruh sağlığı sorunlarına yol açabilir veya zemin hazırlayabilir.
Bu duruma duygusal desteğin yetersiz olması, olumsuz ebeveyn tutumları, akademik başarısızlık ve kayıplar, barınma, ulaşım gibi hayat şartlarında ciddi aksilikler yaşanması vb. faktörler de eklenirse bu risk daha da artabilir.
Alkol ve madde kullanım bozuklukları, birincil bir psikiyatrik sorun olarak başlayabileceği gibi, depresyon ve kaygı bozukluklarının seyri sırasında bir baş etme yolu olarak da ortaya çıkabilir.
Bunun yanında akılda tutulması gereken çok önemli bir diğer faktör, yurt dışında özellikle Avrupa, ABD gibi ülkelerde toplumsal kültür gereği alkol sosyal hayatın bir parçasıdır. Sosyalleşme amaçlı alkol kullanımı çok yaygındır.
Ama alkol depresif, kaygılı bir ruh halinde başetme yolu olarak kullanılıyorsa, bu sayede sosyal ortamlarda sosyal kaygıyı azaltıp uyumu kolaylaştırıcı bir araca dönüştüğü durumlar bağımlılık açısından büyük risk yaratır. Çünkü bu durum bir sarmala dönüşme riski taşır.
Bunun yanında, alkol izolasyon ve dışlanmışlık duygusuyla bir arada kalan, küçük gruplarda da bir sosyalleşme ve ortak bir başetme yolu olarak fonksiyon görebilir. Uyumda yaşanan zorlanma, izolasyon ve dışlanmışlık duygusunun yarattığı duygusal zorlanma etrafında bir araya gelme; bir “içip takılma” durumu doğurabilir. Ruhsal zorlanmayı gidermek için alkol ve ot başetme yolu olunca, bağımlılık riski ciddi olarak artar.
Alkol ve madde kullanımı konusunda velilerin öğrencilere yol gösterirken ve destek olurken akılcı ve yol gisterici bir yaklaşım geliştirmesi önemli. Alkol kullanma konusunda tamamen katı, yasaklayıcı yaklaşımlar, hele de alkol o toplumun sosyalleşme kültürünün bir parçasıysa yardımcı olmaz.
Aklımızda tutmamız gereken, içki sosyal yaşamın bir parçası olarak iyi yönetildiğinde uyuma yardımcı olabilir ama uyum sorunuyla baş etme yöntemi haline gelmişse, başka bir psikiyatrik soruna eşlik ediyorsa, sürekli ve çok miktarda kullanılıyorsa zararlı kullanım var demektir.
O halde, okuldan veya çeşitli sosyal ortamlardan arkadaşlarının olduğu sosyal gruplarla pub programları, değişen ve çeşitli üyelerden oluşan sosyal organizasyonlar vb. ortamlarda alınan alkol, sınırlı miktarda tüketiliyorsa çoğu zaman sosyal uyuma hizmet eder.
Bunun yerine, zaten tanıdık olan küçük ve aynı kişilerden oluşan bir gruplarda, bir ritüel halinde alkol tüketimi riskli bir zararlı kullanımın göstergesi olabilir.
Ot ve diğer maddelerin kullanımı ise, her ne kadar bazı ülkelerde yasal hale gelse de, bir ebeveyn tutumu olarak normalleştirmemek ve meşrulaştırmamak, tıbbi açıdan sağlık risklerine odaklanarak bir yaklaşım geliştirmek uygun olur.
Alkol ve madde kullanımının zararlı kullanım durumuna ulaştığına dair kuşkular oluşursa, kaygılanmadan, bir kontrol ve güvenlik sağlama telaşıyla davranmadan, durumu gözleyerek, açık uçlu sorularla bu konudaki soru işaretlerinin paylaşılması, depresyon, kaygı bozukluğu gibi bir durumun olup olmadığının anlaşılması ve mutlaka psikiyatrik destek alınması gerekir. Psikiyatrik desteğin ihmal edilmesi ve çeşitli nedenlerle kaçınılması hem ruh sağlığı sorunları hem de akademik ve sosyal kayıplar açısından büyük riskler doğurur.
Bir diğer önemli konu, akademik başarının ancak tam bir iyilik haliyle mümkün olabildiğinin unutulmamasıdır. İyilik hali hem fiziksel ve hem ruhsal olarak bir bütündür.
Bu nedenle düzenli ve dengeli beslenme, gündelik hayatta mutlaka egzersiz ve spora yer vermek (özellikle Avrupa ülkelerinde bisikletle ulaşım bunun için zaman kazandıran iyi bir fırsat olacaktır), genel sağlık kontrollerini yaptırarak varsa vitamin eksikliği, tedavi edilmesi gereken durumlar varsa bunları tamamlamak önemlidir.
Yurt dışında eğitim hayatına başlayacak bütün öğrencilerimize sağlıklı, başarılı, kendilerini gönüllerince gerçekleştirdikleri bir eğitim hayatı dilerim.