
Günlük hayatta kullandığımız bazı ifadeler, ruhsal olarak bizi zorlayan ve hayat kalitemizi bozan, küçük bir detay gibi görünse de yarattığı gerginlik etkisi büyük işlevsiz düşünce tarzlarının göstergesi olabilirler. Örneğin “Haksızlığa gelemiyorum” ifadesi gibi.
“Haksızlığa gelememek” kimi insanlar için hem kendileri hem de verdikleri tepkiler nedeniyle çevresindekiler için belirgin zorluklar yaratan bir özellik olabilir. Bu ifadenin bağlantılı olduğu psikolojik süreçleri anlamak ve değiştirmek, hem kendimizle hem de çevremizdekilerle daha sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlar. Günlük hayattaki insan ilişkilerinde haksızlığa uğrama düşüncesi ve bu düşüncenin doğurduğu öfke ve tahammülsüzlük, eğer olayın içeriğinden kopuk ve durumla orantısız düzeyde şiddetli ise, ruhsal iyiliğimizi ve insan ilişkilerimizi bozabilir. Sürekli olursa ve başka faktörler de eklenirse ruh sağlığımızı da bozma riski taşır.
Haksızlığa gelememek, birçok durumda, hayatın erken dönemlerinde maruz kalınan ihmal, ayrımcılık, suistimal gibi adalet algısını derinden etkileyen ve bozan travmatik yaşam olaylarının, şimdi ve bugünde tetiklenmesiyle ortaya çıkan öfke ve tahammülsüzlük duygusunu ifade ediyor olabilir. Şimdiki zamanda yaşanan ama geçmiş olumsuz yaşam deneyimleriyle benzeşerek travmatik anıları tetikleyen olay ve durumlar, şimdiki zamanda yaşanan olayın içeriğini gerçekçi değerlendirmeye engel olarak orantısız bir tepki verilmesine yol açabilir. Bu orantısız tepkiyi “haksızlığa gelememe “hali olarak yaşıyor olabiliriz. Bu durumda, tetiklenmeler yaşadığımızda ortaya çıkan düşünce, duygu ve davranışların geçmişte öğrenmek zorunda kaldığımız otomatik kalıplarla ilişkili olabileceğini bilmek, bize durup kendimizi gözleyerek, akılcı bir değerlendirme yapma imkanı veriri. Bu durumda karşılaştığımız haksızlık halini, duruma uygun, akılcı ve gerçekçi bir şekilde değerlendirerek çözüm odaklı yaklaşımlarla cevap vermemiz mümkün hale gelir. Dahası, geçmişte hikayemizde yoğun ve belirgin haksızlığa uğrama yaşantılarının varlığında, zihnimizin tam odağında duran “her zaman haksızlığa uğrayabilirim, dünya haksızlıklarla dolu bir yerdir” inancı dikkatimizi kumanda eder. Bu durumda seçici dikkatimiz çevremizde haksızlık taramaya ve tespit etmeye odaklıdır. Oysa biz “haksızlığa gelemiyorum” tepkisinin ne olduğunun farkında olduğumuzda, dikkatimiz dünyayı yansız bir şeklide, olduğu haliyle algılayabilir. Bu da geçmişin yüklerinden daha fazla özgürleşmiş bir hayat algısı demektir.
Bireysel psikolojik bir deneyim olmanın ötesinde, hak arayışı ve adalet duygusu, insanın en temel toplumsal değerlerinden biridir. Biyopsikososyal bir bütün olan insanın ruhsal yapısında, sosyal kısmının en önemli yapısal parçası adalettir. Bu yüzden de hukukun üstünlüğüne duyulan güven, hak ve adaletin eşit ve koşulsuz sağlanması bireysel ve toplumsal ruh sağlığımız için vazgeçilmez bir şarttır. Toplumsal açıdan “haksızlığa gelememek” bireysel psikolojik tepkiden farklı olarak doğal bir refleks ve temel bir insan hakkıdır.