
Modern yaşamın yoğun ve karmaşık ritmi içinde sıkça unuttuğumuz bir gerçek var: Kendimize odaklanmak, kendimizi dinlemek ve duymak, ihtiyaçlarımız, sıkıntılarımız, beklentilerimiz ve bütün duyduklarımızı öncelik sıralamamızda en üste koyup kendimize zaman ayırmak. Bu bir lüks değil, ruhsal iyiliğimiz ve sağlığımız için temel bir ihtiyaçtır.
Günümüzde sosyal medya ile sürekli bağlantıda olma baskısı, iş hayatının bitmeyen ve bizim insani durumumuzu umursamayan talepleri ve toplumsal yaşamın getirdiği sorumluluklar arasında en önemli olanı yani kendimizi kaybetme riski her zamankinden daha yüksek. Çoğumuz sabah gözlerimizi açtığımız andan gece yatağa girinceye kadar, telefonlarımıza, bilgisayarlarımıza, toplantılarımıza, “deadline”lara, yapılacak-yetiştirileceklere; yani çoğu başkalarının ihtiyaçları ve beklentileri olanlara odaklanmış durumdayız. Bu yoğun tempo içinde kendimizi dinlemeye, duymaya, düşünce ve duygularımızı anlamaya ve içsel ihtiyaçlarımızı saptamaya ayırdığımız zaman giderek azalıyor. Oysa ruhsal iyiliğimizin ve ruh sağlığımızın temeli, tam da bu ihmal ettiğimiz öz-farkındalık ve kendine odaklanma pratiğinde yatıyor. Çünkü dış dünyayla pürtelaş temas etmeye yetişmek için koştururken, iç dünyamız ihmale uğruyor, hakkaniyet terazisi dengede olmuyor.
Peki neden kendimizeve iç dünyamıza odaklanmak bu kadar önemli? Öncelikle, ruhsal sağlığımız fiziksel sağlığımız kadar değerlidir ve ikisi arasında güçlü bir bağlantı vardır. Nasıl ki bedensel sağlığımızı korumak için düzenli beslenme, egzersiz, sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlı maddelerden uzak duran bir yaşam tarzı gerekliyse; zihinsel sağlığımızı korumak için de kendimize yani iç dünyamıza odaklanarak, içsel sesimizi dinlemek, böylece iç dünyamızla temasta kalmak ve bu zihinsel ve ruhsal alanı da bedenimiz gibi sağlıklı bir dengede tutmak gereklidir. Bilimsel kanıtlar, kendimize odaklanarak içsel olarak da sağlıklı bir denge kurma sonucu, Stres Cevabının genel olarak azalmasıyla ortaya çıkan kiyasal ve metabolik etkilerin başta bağışıklık sistemi olmak üzere bütün vücut sistemleri üzerinde deireni artıran güçlendirici bir etki sağladığını ortaya koyuyor. Böylece beden-zihin bütünlüğü içinde genel yaşam memnuniyetinin artması sağlanıyor.
Öte yandan, kendimize odaklanarak kendi iç dünyamızla kurduğumuz ilişki önce kendmizle; kendi ihtiyaçlarımızı duyan, ihmal etmeyen, kendi bedensel ve ruhsal kaynaklarımızı acımasızca çalışmaya zorlayıp suiistimal etmeyen dengeli ve sağlıklı bir ilişki tarzı yaratır. Kendi iç dünyamızla bu tarzda ilişki kurabildiğimizde, dış dünyayla da sağlıklı ve dengeli bir ilişki kurmak mümkün olur. Bu başkalarıyla olan ilişkilerimizin sağlıklı ve dengeli olabilmesinin temelini oluşturuyor. Çünkü kendimizi anlamadan ve kendimizle temas kurmadan başkalarını anlamaya ve başkalarıyla temas kurmaya çalışmak, gerçekçi bir beklenti değildir ve sağlıksız ilişki dinamiklerine yol açar. Kendi duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı anlayamadığımızda, duymadığımızda, ihmal ettiğimizde, suiistimal ettiğimizde oluşan ruhsal yükler başkalarıyla kurduğumuz ilişkilere de etki eder. Romantik ilişkilerimizde, aile ilişkilerimizde, arkadaş ilişkililerimizde, iş hayatımızda yani bütün insan ilişkilerimizde bu ruhsal yükler, öfke, hayal kırıklığı, haksızlığa uğramışlık hissi, kafada kurma tarzında sonuçlarla bizim hayat kalitemizi olumsuz etkileyen sonuçlara yol açar.
Kişinin kendine odaklanmasının ve kendi iç dünyasıyla temasta olmasının en temel faydalarından biri, duygusal farkındalığının artmasıdır. Bu farkındalık, yaşamımızdaki stres faktörlerini daha iyi tanımlamamıza ve onlarla daha etkili bir şekilde başa çıkmamıza olanak sağlar. Çünkü duygusal farkındalıklar, bize iç dünyamızda neyin yolunda gitmediğine dikkat çekmek için sallanan kırmızı bayraklar gibidir. Bu kırmızı bayrakları dikkate alırsak, günlük koşuşturma içindeyok saydığımız, görmezden geldiğimiz duygularımızı tanımak ve anlamak, bu duygulara yol açan düşünce tarzlarını fark etmek mümkün hale gelir. İç dünyamda ne oldu da böyle hissediyorum ( odağım dış dünyada değil, odağım kendimde) diye sorduğumuzda olan olay karşısında bizim iç dünyamızda ne oldu da bu kırmızı bayraklar çıktı, bunu keşfetme imkanı doğar. Böylece bizde olumsuz duygulara yol açan olay değişmeyebilir ama iç dünyamızda olumsuz duygularımızı yönetebiliriz. Duygusal farkındalık, sadece olumsuz duyguları yönetmemizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda olumlu duyguları daha derinlemesine fark etmemize, deneyimlememize böylece hayattan daha çok ve daha derinlikli bir keyif almamıza da yardımcı olur.
Bu farkındalık sayesinde iç dünyamızda oluşan, dengeli, güven dolu ortamda stres yönetiminden odaklanmaya, motivasyondan karar verme süreçlerine kadar hayatımızın her alanına yansıyacak değişimler sağlayabiliriz. Bu şeklide iç dünyamızda oluşan hakkaniyetli, huzurlu ve güvenli ortamda kendimize odaklandıkça kendimizi, kendimizin “otantik/özgün halini” de daha iyi tanıyabiliriz. Kendi otantik/özgün halimizi daha iyi tanıdıkça, iç kaynaklarımızı gerçekçi bir şeklide keşfeder, potansiyelimizi daha etkili bir şekilde kullanabiliriz.
Kendimize odaklanmayı ihmal ettiğimizde ise, sürekli başkalarının ihtiyaçlarına öncelik verip, öz kaynaklarımızı bu şeklide seferber edip; kendi iç dünyamızı, ihtiyaçlarımızı ve beklentilerimizi ihmal ettiğimizde, fiziksel ve duygusal kaynaklarımız ekonomik kullanılmamış olur ve açık vermeye başlar. Bu durum demoralize ruh hali, , motivasyonsuzluk, kaygı, uyku, iştah, cinsellikle ilgili sorunlar, yorgunluk, halsizlik, erteleme ve kaçınma davranışları başta olmak üzere bir çok belirtiye yol açabilir ve genel olarak hayattan aldığımız keyif ve hayat kalitemiz azalır.
Eğer farkında olarak veya olmayarak bu belirtileri de yok saymaya, ihmal etmeye devam edersek bu durum, “Stresle ilişkili anksiyete ve depresyon” gibi ruh sağlığımızı tehdit eden psikiyatrik sorunlara yol açabilir. İç dünyamızla bağlantımızı kaybettiğimizde, bu durumun insan ilişikilerine yukarıda belirttiğimiz şeklide yansımaları sonucu ilişkilerimizde de artan çatışmalar ve olumsuzluklar gelişen psikiyatrik sorunların daha da derinleşmesine katkıda bulunur. İş yaşamında da performansımız düşer, yaratıcılığımız azalır ve bu durum üretkenliğimizi ve sonuç olarak da iş başarımızı olumsuz etkiler. Bu durum da ruhsal sorunların daha da derinleşmesine yol açarak bir kısır döngü oluşturur. Tüm bu ruhsal zorlanmalar, yarattığı genel Stres cevabı etkisiyle başta bağışıklık sistemimiz ve metabolizma düzenleyici sistemlerimizi etkileyerek, genel olarak fiziksel sağlık sorunlarına da zemin hazırlar. Bu durumda hem fiziksel hastalıkların ortaya çıkmasına yatkınlık sağlanabilir veya tetiklenebilir, hem de çeşitli psikosomatik bozukluklar ortaya çıkabilir.
Kendinize odaklanabilmek için bazı pratik öneriler:
- Günlük meditasyon rutini luşturun: Günde sadece 10 dakika bile kendinizle baş başa kalmanız, zihinsel berraklık sağlayabilir.
- Düzenli günlük tutun: Duygularınızı ve düşüncelerinizi yazıya dökmek, içsel süreçlerinizi anlamanıza yardımcı olur.
- “Hayır” deme tutumunu ve insan ilişkilerinde güvenli sınırlar oluşturmayı öğrenin.
- Size ne yapmanın keyif verdiğini, kendi iç zemininizde tuttuğunu keşfetmeye ve gündelik rutininize yerleştirmeye odaklanın. Buna hobi edinmek de diyebiliriz.
- Profesyonel destek almaktan çekinmeyin: Gerektiğinde bir ruh sağlığı uzmanıyla görüşmek, kendimizi anlamada önemli bir adım olabilir. Psikoterapi almak, zayıflık veya hastalık değil, aksine kendinizle kurduğunuz sağlıklı ilişkinin bir aracı ve göstergesidir.
- Kendine odaklanmak, bencillik değil, tam tersine kendine karşı hakkaniyetli olmaktır. Hakkınız olan zaman ve kaynakları dengeli bir şeklide kendinize ayırmak, ihmal etmeyen bir öz-sevgi göstergesidir.
Ruh sağlığımız için kendimize odaklanmak, bir lüksü değil, temel gerekliliğidir. Bu yatırımı kendimize yapmak, hem bireysel mutluluğumuz hem de toplumsal sağlığımız için atılmış önemli bir adımdır.